hakantok hakantok is basvurusu yap hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok Twitter Takipci hakantok iletisim Bilgilerim hakantok Web Sayfasi Yapilir hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok Yerli Arabamiz hakantok hakantok Gida Teroru hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok Aloculara Dikkat hakantok hakantok hakantok Turbeler Turk Starlar hakantok hakantok hakantok hakantok hakantok Nostalji Anilar hakantok Kaybolan Meslekler hakantok Antik Kentler Turizm Tanitimi sehitlerimiz  Kpss Test Kpss Test 2 Gezici Rehber VOLKSWAGEN 1303 Anadol STC Siyaset Yolsuzluk MARKALAR  Kangal  Ek Gelir israil Boykot Otel ik Derin Haber Edebsizlik  Teror Aile ve Evlilk Askerlik-Sehitlik Gundem  Evlenmek istiyorum 444 hakantok Favorite Links



Aftan Yararlan Komutan

Bu Hale Düşmemiştik

Tarih: Jun 21 2012
PKK sürüleri 300 kişilik bir kuvvetle Irak’ sınrıından giriyor, Dağlıca’da 8 erimizi şehit ediyorlar. Kritik soruyu Onur Öymen soruyor: Dağlıca saldırısının sorumluları aranırken kimsenin aklına topraklarında PKK’yı barındıran Irak hükümetini suçlamak gelmiyor. Acaba neden?
Başbakan Erdoğan, Irak Başbakanı Maliki’yi zaman zaman ülkesindeki sünnilere kötü davrandığı için eleştiriyor. Hatta iki başbakan arasında ağız kavgası bile yaşanıyor. Ancak Irak’ın PKK’ya kucak açması asla ağıza alınmıyor. Gündeme gelmiyor. Dağlıca baskının yaşandığı saatlerde de Başbakan Erdoğan Meksika’da Obama ile Suriye’nin nasıl hacamat edileceğini görüşüyor. PKK’yı görüşmüyor. Muhalefet mi? Bugüne dek asla ne Irak ne ABD’yi suçlamadı. Neden mi? Çünkü ABD’nin PKK’nın ve Kürtlerin arkasında durduğunu biliyorlar. Irak’a çatmanın ABD tarafından hoş karşılanmayacağını düşünüyorlar. ABD’ye koltuk borcu olan siyasetçi tablosu sergiliyorlar. PKK hem ABD hem Irak ve Barzani desteğini arkasına almışken. Ankara’nın açılımlarını elbet iplemiyor. Meydanı boş bulmuş, Kürt devleti hedefine kilitlenmiş. Darbe üstüne darbe vuruyor. Dünyanın 16. büyük ekonomik gücüyüz, bölge lideriyiz, dünya bizi örnek alıyor gibi safsatalar arasında PKK’dan şamar yiyip duruyoruz. İsrail’e sınırdan girecekler de 8 İsrail erini öldürecekler. İsrail o ülkeyi ertesi gün dümdüz eder. Türkiye mi? Hiç bu kadar aciz duruma düşmemişti.

(Melih Aşık, Haziran 2012)

Kasaplık Ülke





Nevruz Bayramında Terör Kutlamaları

Diyarbakır – Mart 2012



Dipsiz Kile Boş Ambar

Müslüman çoğunlukla bazı azınlıklar kürtaj konusunda zıt ve karşıt fikirlere ve görüşlere sahipler. Bu konuda anlaşmaları, orta bir yol bulmaları mümkün değil.
Müslümanlar kürtajın cinayet olduğunu ve yasaklanmasını istiyor.
Karşı taraf bedenimiz bizimdir, istediğimiz gibi yatar kalkarız, gebe kalırız ve çocuk aldırırız, öldürürüz diyor. Onlara göre kürtaj bir hürriyet.
Katolik Kilisesi de kürtaja karşıdır, Papa, kürtaja kesinlikle izin vermeyiz dedi.
Ana karnındaki bir çocuk, dünyanın en korumasız yaratığıdır. Onun vahşice öldürülmesi hürriyetse, böyle bir hürriyet anlayışının yapmayacağı yoktur.
Ceza Kanunundan zina suçu ve bu suça verilen ceza kaldırıldıktan sonra ülkemizde seks suçları patlamıştır.
Kürtaj bayağı bir sektör haline gelmiştir.
Doktorlar tıp etiğine göre hastalarının gizli hallerini açıklayamazlar.
Büyük Millet Meclisi bir komisyon kursun, hasta ismi vermemek şartıyla jinekologlar, hastane sorumluları sorgulansın.
Bir yılda ne kadar kürtaj yaptırılmaktadır?
Bu işin parasal yönü nedir?
Kürtajda en düşük yaş kaçtır?
Kürtaj meselesi ele alınmışken bekâret kemeri tamiri konusuna da (isim vermeden) eğilinse faydalı olur sanıyorum.
Bundan sonra Türkiye’nin ahlâkı düzelir mi?
Pek sanmıyorum.
İnsanlar günah işleyen yaratıklardır. Önemli olan günahları büsbütün önlemek değildir. Günahları azaltmak ve açıkta küstahça işlenmemelerini sağlamaktır.
AB norm ve standartlarına göre zina ahlâksızlık ve suç değilmiş. Biz Müslümanlar için AB standart ve kanunlarından önce Allah’ın kanunları gelir.
Bursa gibi bir şehrimizde yaz aylarında Kültür Parkı geceleyin bir açık hava genelevine dönüyorsa artık iş bitmiş demektir.
Ar, namus, şeref, iffet şişeleri bir kere taşa çalınmayagörsün, tamiri çok zordur. Tamir edilse bile çatlak bir şişe olur.
Şehvetler galeyana gelince onları zapt etmek kolay olmaz.
Kanunlar, nizamlar, uygulama hep cinsel serbestlikten yanadır, cinsel azgınlıklar teşvik edilmektedir.
Sabah ezanlarında yataklarından kalkıp, Allah’ı anmak için camilere gidecek iradeye sahip olmayan Sünnî Müslüman çoğunluğun kürtaj konusunda köklü bir muhalefet yapacağına inanmıyorum.
Kürtaj taraftarlarının bir kısmı yüklü rantlar için sokaklarda feryat ediyor.
Kürtaj aleyhtarları için maddî, parasal rant yok ama mânevî rant var. Müslümanların çoğu, çok dünyevileştikleri için manevî ranttan anlamazlar.
Her neyse. Ne yapabileceksek yapalım ve kürtaj yasağı konusunda hükümeti destekleyelim.
Lakın zinanın tekrar suç sayılmasını sağlamak için de çalışalım, baskı yapalım.
Zina serbest kalacak, kürtaj yasaklanacak. Böyle bir şey gülünç olmaz mı? Dipsiz kile boş ambar.

(Mehmet Şevket Eygi, Haziran 2012)

Terör Gölgesinde Tarlabaşı, İstanbul, 2011





NATO Baskınında Kapanan Çeneler

Afganistan – 14 Temmuz 2011

Benazir Butto Patlaması, Pakistan, Ekim 2007

Yatışa İdeal Bir Hapishane

Abdullah Öcalan‘ın tutulduğu İmralı Adası, 11 Ağustos 1935‘ten bu yana cezaevi olarak kullanılıyor. İnşaat ustası hükümlü Fahri Usta tarafından harabe halindeki bir kilisenin duvarları tamamlanarak koğuşa çevrilmesiyle faaliyete geçen İmralı Cezaevi’nin ilk konukları, cinayet suçundan ceza almış 50 hükümlü oldu. İmralı, eski başbakanlardan Adnan Menderes ile bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın yanı sıra Yılmaz Güney, Ressam İbrahim Balaban ve Rum Ressam Angulos Stafonodis’i de bir dönem ağırladı. Aşağıda, 1937 tarihli Cumhuriyet Almanağı’ndan, İmralı cezaevinin ilk yıllarından kısa bir yazı ve fotoğraflar yer alıyor:
Hapse mahkûm olan mücrimlerin, salah bulmuş birer vatandaş olarak yeniden hayata karışmalarını temine çalışan Cumhuriyet Hükümeti, asrî hapishaneler tesisine gayret ederken, İmralı Adası’nı bir nümune hapishanesi haline getirmiştir. Buradaki mahpuslar tamamen serbest bulunmakta, ziraat işlerile uğraşarak mahsullerinin kazancı ile kendilerini geçindirmektedirler.
 

1937 yılında İmralı Adası Hapishanesinde tutulan mahkumlar tarım ve balıkçılık işlerinde çalıştırılıyordu.

İmralı Adasında özenle korunan teröristbaşı Apo her ne kadar tarım ve hayvancılıkla uğraşmasa da; yiyor, içiyor, yan gelip yatıyor ve örgüte emirler yağdırıyor.

Kiralık Terör

Apo’yu Bırak Kesire’ye Bak

Derin devletle içli dışlı olduğu için Kesire Öcalan, Apo’yu terk etti”, demiş bir dönem Abdullah Öcalan’ın sağ kolu, sırdaşı olarak bilinen Avukat Hüseyin Yıldırım: “Kesire konuşursa yer yerinden oynar. Apo’nun tüm bağlantıları, kimlerle ilişkisi varsa ortaya çıkar. Ve Apo’nun söyleyecek sözü kalmaz. Kesire’nin açıklamalarından sonra da Öcalan, Kürtlerin gözünde sıfıra iner!”


Teröristbaşı Abdullah Öcalan ve Karısı Kesire Öcalan

Ancak Kesire’nin Öcalan’dan ayrılma nedenlerinin temelinde Öcalan’ın derin devletin buyruğunda olduğu iddiaları olmasına rağmen, evlilik zaten sevgiye dayalı değil. En azından Kesire açısından. “Ben bir çobanla evlenir, onunla evlenmezdim. Arkadaşlarımın baskısıyla oldu bu evlilik.” Aslında evlilikleri hala sürüyor; çünkü mahkemede boşanmamışlar. Kesire, Öcalan’ın derin devlet bağlarından söz ediyorsa da, kendisinin MİT ajanı olduğu yolunda söylentiler PKK’da sıkça konuşulmakta. Avukat Yıldırım, bunun doğru olmadığını söylüyor ama Dersim katliamında Kesire’nin babası Ali (Yıldırım), devletin emriyle aşiretlere gitmiş, topladığı bilgileri devlet güçlerine aktarmış. Yalnız, İstiklal Mahkemelerinde tanıklık yapmayı kabul etmemiş.
Kesire Öcalan, Apo’ya göre çok daha baskıdan yana; hele de örgüt içinde. Apo’yu diktatörlüğe iten, hatta önüne geçip çeke çeke tek adam konumuna getiren Kesire. Bence biraz Lenin’in eşi Nadya Krupskaya’yı andırıyor. Lenin Bolşevik devriminden sonra karısını Eğitim Bakanı yapmış, Nadya bu koltukta on yıl oturmuş ama Lenin’in komünizmi bir yana bırakıp bürokrasi diktatörlüğünün tohumlarını atması için geceli gündüzlü çalışmıştı.
Kesire Öcalan’ın elini kolunu sallayarak ayrılması, ardından ölüm fermanı çıkarılmamasının nedeni Mihri Belli. Mihri Belli, Türk solunun tarihinde olduğu kadar PKK’nın büyüyüp serpilmesinde de baş oyunculardan biri. Şimdilerde 96 yaşında ve köşesinde. Ama bir dönem PKK’ya, Sovyetlerden aparttığı “özeleştiri yaptır sonra da idam et” yöntemini benimseten adam olduğu hep söylenir. Mihri Belli, Kesire’yi, Apo’nun yerine geçirmek de istemiş. Ancak o dönemde, örgütün beyin takımı bu özeleştiri furyası sonucu birer ikişer öldürülünce, geride kalanlar, Mihri Belli’yle yakınlığını da göz önünde bulundurarak bu cinayetlerin baş sorumlusu olarak Kesire’yi görmüş. Ve ona sırt çevirmiş.

Şimdilerde Kesire Öcalan İsveç’te oturuyor. Ama bir ara İngiltere’ye gitmiş dil öğrenmeye, bir süre de Hollanda’da akrabalarının yanında kalmış. “Kesire bildiklerini neden açıklamıyor?” sorusu can ve aile korkusu. Ağzını açtığı an ailesinin öldürüleceği söylenmiş açık açık, gene Avukat Hüseyin Yıldırım’a göre. Bence, asıl yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi gereken Kesire’ymiş Apo’dan önce. Çünkü bir of çekse Kandil yerle bir olur, Apo’nun kan ve gözyaşı üzerine kurulu diktatörlüğü de yıkılabilir bir gecede!

(Aziz Üstel, 2011)

İslam’a Savaş Açan Tapınak Şövalyesi

Anders Breivik, son sayımda 76 kişiyi öldürdü Norveç’te. Tutuklanarak yargıç karşısına çıkarıldı. Ve kendisinin “Tapınak Şövalyesi El Cid’in” devamı olduğunu bildirdi, “Amacım Batı Avrupa kültürünü ortadan kaldırmaya çalışan Müslümanları yok etmektir!” buyurdu. Tabi öldürdüğü 76 kişinin içinde bir tek Müslüman yok ama neyse!

1979 Doğumlu Irkçı Katil Anders Behring Breivik

Bu herif tek başına olsa, üzerinde fazla durmam; deliden bol ne var dünyada der geçerim. Ama yalnız değil! Bu zırvalara inanan binlerce kişi var. Peki, nedir bu Tapınak (Templar) Şövalyeleri denen tarikat? Katolik Kilisesi’nin örgütlenmesine yardım ettiği, haçlı seferlerinde kılıç oynatıp nice insanı, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirmiş, Avrupa’da para trafiğini düzenleyip denetlemiş, kökten dinci bir kuruluş. Haçlı seferleri boyunca, Kutsal toprakları ziyaret edip hacı olmak için yola çıkanlara para karşılığı muhafızlık yapmış bu tarikat. İlk zamanlarda bağışlarla ayakta dururken, yağmacılık, soygun, adam kaçırıp fidye almak gibi girişimleri sonucu zenginleşmiş, Batıyla Kudüs arasında para trafiğini yönlendirerek de malına mal katmış. Haçlı seferlerinde yoksul düşen Fransa Kralı IV. Filip, tarikatın malvarlığına el koymak için, Papa’yı da arkasına alarak Tapınak Şövalyelerine savaş ilan etti, çoğunu da yakalatarak kazığa oturttu. Tapınak Şövalyelerinin en büyük özelliği Müslüman nefreti, akıllarda en çok kalan eylemiyse Mescid-i Aksa’yı yakmalarıdır.
 

77 Kişinin Öldüğü Norveç Saldırıları – Oslo – Norveç – 22 Temmuz 2011

El Cid yani Rodrigo Diaz de Vivar’sa apayrı bir olay! Tapınak Şövalyeleri’yle hiçbir ilgisi yok. Kastilyalı bir soylu, 11. yüzyılda yaşamış, Valencia’yı işgal ederek prens olmuş, Müslümanlarla Hıristiyanlar onun ordusunda birlikte savaşmış. Müslümanlarla hiçbir sorunu olmamış; zaten El Cid de “El Seyid’in” İspanyolcası, yani Hükümdar anlamına geliyor. Anders Breivik, “1999-2083 yılları arasında Müslümanlara karşı Avrupa İç Savaşı başlamıştır” demiş önceki günkü duruşmasında. Bunun üzerine yargıç, bu deli saçmalarının duyulmasını engellemek amacıyla mahkemeden herkesi dışarı çıkartmış. Aslında bu adamları fazla ciddiye almayacaksınız ama bunlara karşı her zaman uyanık olmakta da yarar var elbet! Özellikle de Avrupa’da yaşayan Müslümanların bu canilere fırsat tanımamaları, kendi içlerinde örgütlenmeleri ve gördükleri yerde güvenlik güçlerini uyarmaları şart.

 Albayını Öldürerek Kürt Sorununu Çözenler Ülkesi

Ergenekon‘un, Kafes Eylem Planı’nın hangi mantıkla organize olduğunu, hazırlandığını merak edenler, Çillioğlu’nun ailesinin yaşadıklarını okusunlar. Türk ordusunun albayıydı Kazım Çillioğlu. Tunceli İl Jandarma Komutanı’ydı. Yıl 1994’tü. Kürt sorununu şiddet kullanarak çözebileceğini iddia eden bir devlet iradesi işbaşındaydı. Faili meçhuller, yargısız infazlar binleri aşmıştı. Vicdansızlık, bölgedeki ‘temel uygulama’ haline dönüşmüştü.


Kazım Çillioğlu

Yeşil’lerin devleti. ‘Yeşil’ler, ‘Bozo’lar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gözbebeği olarak kabul görüyor, istediklerini öldürüyor, karşılığında bol miktarda para ve madalya kazanıyorlardı. Devlet güçleri, yörede kanunsuzluğun temsilcisi haline dönüşmüştü.
Yöre halkına ve yasal siyasetçilere zulmeden insanlıkdışı, akıldışı yöntemler, yeri geliyor, TSK’nın vicdanlı subaylarını ve askerlerini de hedef alıyordu. Kazım Çillioğlu için o günlerde “intihar etti” dediler, alelacele gömülmesini sağladılar. Bu sonucu, Adli Tıp Kurumu’yla, bilirkişi raporuyla, savcılık araştırmasıyla elde ettiler. Cinayeti işleyenler, bütün bunların üstüne bir de sahte intihar notu ekleyerek senaryoyu tamamladılar. O dönemin üst düzey yöneticileri, ‘cinayetin üstünün örtülmesi’ için gerekli olan tüm hassasiyeti gösterdiler. Aile ise açıklamalara hiçbir zaman inanmadı.
Aynı tarihlerde öldürülen subaylardan birisi olan Albay Rıdvan Özden için de “PKK’lılar vurdu” dendi, aile gene inanmadı. Rıdvan Özden, bölgedeki vahşi uygulamalara itiraz ediyor, TSK’nın yöredeki çeteleşme haline karşı çıkıyordu. Özden’in eşi, Rıdvan Albay’ın PKK tarafından öldürülmediğini ölüm biçiminden anladı. Eşinin kendi ordusu içinden birileri tarafından öldürülmüş olabileceği hükmüne vardı.
 

Rıdvan Özden
Tomris Özden ilk itiraz edenlerdendi. Hem de o en netameli yıllarda. Doğal olarak da, başına gelmedik kalmadı. Çillioğlu’nun, kendi ordusu içinde örgütlenen ve desteklenen bir grup tarafından önce işkenceye tabi tutulduğu ve sonra öldürüldüğü, bilirkişi raporuyla kesinlik kazanmış durumda. Devlete egemen olanlar, kendi albaylarını da yasadışı uygulamalara karşı çıkmaları halinde öldürtebildikleri bir sistem kurmuşlardı. Katiller, cinayeti devletin kendilerine verdiği resmi kimliklerle işliyorlardı.
Çillioğlu’nun ailesi gerçeği ortaya çıkarabilmek için 18 yıldır mücadele veriyor. Devlet görevlisi bir subayın devlet güçleri tarafından öldürüldüğünü kanıtlama görevi, subayın ailesine düşmüş durumda. Ergenekon’un, Balyoz’un, Kafes Eylem Planı’nın hangi mantıkla organize olduğunu, hangi mantıkla hazırlandığını merak edenler, eğer Kazım Çillioğlu’nun ailesinin yaşadıklarını okur, onların neler çektiklerini biraz olsun anlamaya çalışırlarsa, tabloyu kafalarında artık herhalde açıklığa kavuşturabilirler.
Asıl dramatik olan ve insanın içine dokunan ise Albay’ın oğlunun yani Gökhan Çillioğlu’nun sözleri: “Şükürler olsun ki, teşkilata 29 yıl lekesiz, tertemiz hizmet eden babamın hain bir plan sonucu öldürüldüğü ispatlandı. Devletimizin kurumlarının bu konuda yapmış olduğu ciddi çalışmalar sonuç vermiştir. Bu onurlu insanın alnına sürülen leke temizlenmiştir.”
Bu ordunun bir albayı görevini yerine getirirken, yine aynı ordunun içinden bir kesimin emriyle hareket eden çetelerce işkenceden geçirilerek ve kafasına bir kurşun sıkılarak öldürülüyor. Aile, 18 yıl sonra, olayın içyüzünün ortaya çıkarılmasını, albayın onurunun kurtarılması olarak tanımlıyor ve haline şükrediyor. Sonra, kalkıp vatan millet sakarya edebiyatıyla, geçmişimizde yaşadığımız utanç verici olayları, bu devlet yapmaz diyerek savunmaya kalkıyoruz.
Kendi albayını bile acımasızca öldürebilen bir devletin temizlenmesinin, şeffaf ve demokratik bir devlete dönüşmesinin ne kadar zorlu ve karmaşık bir süreç anlamına geldiğini, bu tabloda olabilecek en çıplak şekilde görebiliyoruz.

(Oral Çalışlar, Nisan 2012)

Yakınları Terörist Sanığı Paşalar

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ‘un oğlu Murat Başbuğ’un Hasan Lala adlı bir PKK sanığı ile arkadaşlığıyla ilgili “Başbuğ’un oğlu PKK sanığı ile” başlıklı haberi gündeme bomba gibi düşen Vakit, şimdi de bir şok listeye ulaştı. Listeye göre, TSK bünyesinde general, albay, yüzbaşı rütbesinde onlarca subayın PKK, Dev-Yol, TKP/ML gibi terör örgütlerine üye akrabaları var. Vakit’in ulaştığı listede, hangi subayın hangi yakınının hangi yasadışı örgüt üyesi olduğu sıralanıyor. Listede bu subay yakınlarının TC numaralarının yanı sıra, tüm yasadışı faaliyetlerine dair bilgi yer alıyor. Listede 10′a yakın general, onlarca albay ve çok daha fazla sayıda binbaşı, yüzbaşı ve başçavuş rütbesinde subay ve astsubayın adı geçiyor. PKK’dan Dev-Yol ve TKP/ML’ye kadar pek çok terör örgütü isminin geçtiği listede, subayların bu kişilerden kimisi kardeşi, kimisi eniştesi, kimisi kuzeni… Bu subay akrabalarının birçoğu PKK üyeliğinden hüküm giymiş. Ve daha neler neler.

Subay ve astsubayların uzaktan akrabalarının bile didik didik araştırıldığı; bu araştırmalar neticesinde binlerce subay ve astsubayın “irticai faaliyet”ten yargısız sualsiz ihraç edildiği TSK’da, yasadışı sol ve bölücü örgütlerde görev alan akrabaları bulunan personel hakkında ne gibi işlem yaptığı sorgulanıyor. İnternet sitesinde yayına konulan listede adları yer alan subaylar ile subayların yakınları oldukları iddia edilen kişiler şöyle:

TÜMGENERAL TEVFİK ÖZKILIÇ’IN YAKINLARI

» Bacanağı Cemil Polat: Terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklıktan gözaltına alınmış, teröristbaşının avukatı sıfatıyla duruşmalara katılmış.
TUĞGENERAL ALPARSLAN ERDOĞAN’IN YAKINLARI

» Dayısının oğlu Adil Korkmaz: Yasadışı Dev-Genç örgütü üyesi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri Mahkemede yargılanmış.
» Eşinin kuzeni Zümrüt Öztürk: Yasadışı TKP/ML örgütü üyesi.
» Eşinin kuzeni Güneş Terzi: TÖBDER üyesi olan Güneş Terzi, görev bırakma, izinsiz gösteri düzenlemek, kamu düzenini bozmak ve çeşitli ideolojik faaliyetlerinden dolayı Sıkıyönetim Komutanlığı Erzurum 1 nolu Askeri Mahkemede yargılanarak hapis ve ağır para cezasına çarptırılmış.
» Bacanağı Yavuz Usanmaz: HADEP Ardahan İl başkanlığı yapmış, hakkında terör örgütü PKK sempatizanı olmak, örgüt militanlarına yardım ve yataklık etmek, örgüt adına köy komiteleri ve meclisleri oluşturmak suçlarından dolayı Ardahan Cumhuriyet Savcılığı’nca yasal işlem yapılmış.
» Eşinin kuzeni İbrahim Ekinci: 15 yıl hapse mahkûm olan bir TKP/ML mensubu.
TÜMGENERAL ALAEDDİN ÖRSAL’IN YAKINLARI

» Yeğeni Osman Örsal: Yasadışı terör örgütü THKP/C üyesi. Çeşitli cezalara çarptırılmış bir isim.
» İbrahim Ulvi Demirel: Yengesinin kardeşi. Terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklıktan hakkında yasal işlem yapılmış bir isim.
TÜMGENERAL ÜMİT ŞAHİNTÜRK’ÜN YAKINLARI

» Amcaoğlu Metin Şahintürk: Yasadışı TDKP / DEV-SOL örgütü üyesi. Yasadışı TDKP örgütüne üye olmak, mevcut anayasal düzeni değiştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunmak suçundan Zonguldak Kdz. Ereğli ilçesinde gözaltına alınmış.
» Amcaoğlu Sedat Şahintürk: Yasadışı DHKP/C – DEV-SOL militanı. 1986 yılı içersinde DHKP/C davasında göz altına alınmış.
» Bir diğer amcaoğlu Zafer Şahintürk: DEV-SOL örgütü militanı. 5 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmış.
» Halaoğlu Mehmet Fatih Sönmez: Çeşitli tarihlerde Adana ve diğer illerde adam öldürmek, silahlı eylem yapmak, banka soymak, bomba atmak, bildiri dağıtmak, bombalı pankart asmak, ideolojik maksatla adam kaçırmak suçlarından Adana Synt. Kom. lığı askeri mahkemesince ömür boyu hapse mahkûm edilmiş.
TÜMGENERAL NAZIM ALTINTAŞ’IN YAKINLARI

» Gülçin Akyüz: Kuzeni. Yasadışı MLKP/KGÖ örgüt yanlısı.
» Yunus Dillioğlu: Annesinin amcaoğlu, 5 yıl hapis alan bir TKP örgütü üyesi.
» Emrullah Dillioğlu: Annesinin amcaoğlu, anayasal düzeni yıkma amacında olan TKP ve Dev-Sol terör örgütü üyesi. Birçok kez tutuklanmış.
» Haydar Ülker: Annesinin dayıoğlu, anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kastetmekten 5 yıl hapis cezası alan THKP/C örgüt mensubu.
» Hayriye Ülker: Annesinin dayı kızı, yurtdışına çıkışı yasaklanan DHKP/C terör örgütü üyesi.
» Mahmut Yoloğlu: Dünürü, PKK uzantısı AlaRızgari örgütü üyeliğinden sorgulanmış bir isim.
TÜMGENERAL RAİF AKBAŞ’IN YAKINLARI

» Yeğeni Fehime Bahçecioğlu: Suriye adına casusluk yapan Ecevit Bahçecioğlu’nun yengesi. THKP/C üyesi Ecevit Bahçecioğlu, aynı zamanda HADEP delegesi.
» Yengesinin kardeşi Münir Hocaoğlu: İdam cezasına çarptırılan THKP/C mensubu.
» Salih Tümkaya, halasının damadı: Yasadışı MLKP örgütü adına Hatay-İskenderun’a bağlı belde ve köylerde çeşitli bildiri ve afiş dağıtmaktan gözaltına alınmış.
» Meriç Mirioğlu, yeğeni: Bölücülük yaptığı gerekçesiyle kapatılan Anadolu Üniversitesi Yeni Öğrenci Derneği üyesi.
TUĞGENERAL HÜSMEN AKDENİZ’İN YAKINI

» Kuzeni Osman Arda: Yasadışı sol örgütlerden Dev-Sol adına yürüttüğü faaliyetlerden ötürü birçok kez soruşturma geçirmiş.
TUĞGENERAL ÜNAL AKBULUT’UN YAKINLARI

» Nuran Akbulut, yengesi: 12 Eylül öncesi ideolojik olaylara karışmış, 28.11.1978 tarihinde ideolojik nedenle darptan Cumhuriyet Savcılığınca hakkında yasal işlem yapılmış.
» Muzaffer Atasoy, kuzeni: Devrimci Öğretmenler Grubu mensubu. Amasya Gümüşhacıköy Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanarak ağır para cezasına çarptırılmış.
» Bekir Kaya, kuzeni: Yasadışı THKP/C örgütünün uzantısı olan Dev-Sol mensubu, örgütsel faaliyetlerinden dolayı 27.11.1980 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklanmış ve Askeri Mahkeme’de yargılanmış.
» Muharrem Akbulut, kuzeni: 12 Eylül öncesi ODTÜ öğrencisi olup ODTÜ’deki anarşi olaylarına karışmış ve bundan dolayı da 12 Eylül sonrası Sıkıyönetim Komutanlığınca gözaltına alınmış bir isim.
» Güner Kizir, kuzeni: Yasadışı TDKP örgütü mensubu. PKK örgütü lehine slogan atıp ateş yakanlar arasında yer almış.
» Hüseyin Alpaslan, kuzeni: Yasadışı THKP/C Dev-Yol örgütü mensubu. Amasya Gümüşhacıköy Sulh Ceza Mahkemesinde yargılanarak ağır para cezasına çarptırılmış.
» Yaşar Akça, kuzeni: TÖBDER üyesi olarak 24.08.1979 tarihinde güvenlik kuvvetlerine taşlı, sopalı, silahlı saldırıda bulunmak ve slogan atmaktan dolayı hakkında yasal işlem yapılmış.
» İsmail Alpaslan, kuzeni: THKP/C mensubu.
» Aşur Yılancı, kuzeni: Devrimci İşçi Köylü Gençlik Derneği üyesi olup 25.10.1978 ve 26.02.1979 tarihlerinde ideolojik darptan tutuklanmış.
» Vaner Alkaç, kuzeni: Yasadışı THKP/C Dev-Yol örgütü mensubu.
» Canan Doğan, kuzeni: Yasadışı TKP/ML örgütü mensubu.
» Gürsel Karadağ, yengesinin amcası: Yasadışı THKP/C Dev-Yol örgütü üyeliğinden hakkında yasal işlem yapılmış.
ALBAY ABDÜLNACİ GERÇEK’İN YAKINI

» Mustafa Düzgün, eşinin amcası: Terör örgütü PKK üyesi.
ALBAY ABUZER TAŞTAN’IN YAKINLARI

» Halil Taştan, amcaoğlu: PKK’nın dağ kadrosundan.
Ali Taştan, amcaoğlu: PKK’nın dağ kadrosundan.
Mehmet Emin Taştan, amcaoğlu: PKK’nın dağ kadrosundan.
ALBAY AYTEKİN TURAN’IN YAKINI

» Dayısı Servet Yaşar: PKK terör örgütü üyesi.
ALBAY BEKİR İGAN’IN YAKINLARI

» Dayısı Nusret Ülker: Terör örgütü PKK üyesi.
» Kuzeni Nusret Bakış: Terör örgütü PKK üyesi.
ALBAY HAŞMET REFİK OKUTAN’IN YAKINI

» Kardeşi Hüdaverdi Okutan: Dev-Yol üyesi.
ALBAY KUBİLAY BALOĞLU’NUN YAKINI

» Eniştesi Burhan Çiftçi: Terör örgütü PKK üyesi.
ALBAY RAFET YAVUZ’UN YAKINLARI

» Eniştesi Tacettin Öztürk: PKK üyesi, ağır hapis cezaları almış.
» Eniştesi Serhat Öztürk: PKK üyesi, çeşitli bombalama olaylarına karışmış.
ALBAY SERVET HERDEM’İN YAKINI

» Kardeşi İhsan Herdem: Dev-Sol üyesi.
ALBAY SEYFETTİN ERYILMAZ’IN YAKINI

» Eniştesi Süleyman Yelim: Terör örgütü PKK üyesi.
ALBAY ZAFER KARAKÜTÜK’ÜN YAKINI

» Cemal Kılıç, kuzeni: Yasadışı Dev-Yol üyesi.
ALBAY İBRAHİM BACAK’IN YAKINI

» Kuzeni Dursun Bacak: Terör örgütü PKK üyesi.
ALBAY İLKER HANÇER’İN YAKINI

» Eniştesi Aziz Koç: Yasa dışı Dev-Sol üyesi.
ALBAY MEHMET BAHADIR URHAN’IN YAKINLARI

» Eniştesi Fadıl Ay: PKK üyesi.
» Eski eşi Zekiye Urhan: Terör örgütü PKK’nın İzmir’deki yapılanmasında önde gelen isimlerden, kağıt üzerinde boşanmışlar, ancak aile hayatlarını sürdürdükleri iddia ediliyor.
ALBAY CABİR DENİZ SEYRAN’IN YAKINI

» Kardeşi Ali Seyran: PKK üyesi. 1918SA/33 : S : Kaçakçılığın men ve takibine dair kanun kapsamında ağır para cezasına çarptırılmış.
ALBAY NUSRET HATIRNAZ’IN YAKINI

» Yeğeni Devrim Hatırnaz: DHKP/C üyesi.
ALBAY İ. HAKAN AKMAN’IN YAKINI

» Kuzeni İlhan Kamil Turan: THKP/C ve DEV-YOL üyesi.
BİNBAŞI İSMAİL ERSÖZLÜ’NÜN YAKINLARI

» Karısının dayısı Hüseyin Erbil: PKK üyesi.
» Kayınvalidesi Fidan Özbey: PKK üyesi.
ALBAY ÇETİN ÖZBEK’İN YAKINI

» Abdulaziz Karabağ, kuzeni: Çeşitli bombalama olaylarına karışan PKK üyesi.
HAK. KD. ALB. ALI RIZA BILDIK’IN YAKINI

» Amcası Şeyho Bildik: PKK üyesi olmaktan Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı’nca tutuklanmış. Şeyho Bildik aynı zamanda Adıyaman HEP merkez ilçe teşkilatı üyeliği de yapmış. Ayrıca, THKO örgüt mensuplarına Malatya bölgesinde silah temin etmekten ve bunların faaliyetlerine iştirak etmekten dolayı yakalanarak tutuklanmış.
» Kuzeni Keko Aykut: TKP/ML sempatizanı. Keko Aykut, yasadışı TKP/ML-TİKKO örgütü üyesi olmaktan tutuklanmış.
» Eşinin amcası Hasan Abuş: PKK’nın dağ kadrosunda görev yaparken daha sonra şehre inerek dağ ile irtibatı sağlayan şehir kadrosu militanlarından.
YÜZBAŞI GÖKŞİN AYTÖRE’NİN YAKINI
» Amcası Musa Alkaş: PKK üyesi.

(Furkan Altınok, Temmuz 2010

Öldürmek Gaye Taliban Bahane

7 yaşındaki Afgan çocuk Attiullah, ailesinin koyun sürüsünü güderken, işgalci ABD güçleri tarafından bir Taliban avcılığı operasyonu sırasında vuruldu. Kalbinin üzerine isabet eden kurşun ise yine bir operasyon ile çıkarıldı, 2009.

Burundi, 20 Temmuz 1996

20 Temmuz 1996 tarihinde, Burundi Bugendana’da bir mülteci kampında
 312 Tutsi Hutu isyancılar tarafından öldürüldü.

Teröristin Adı Muhammed!

İslâm dünyasında çocuklara konan isimlerin başında kuşkusuz Muhammed ismi gelir. Müslümanlar, tarih boyunca Hz. Peygamber’in (sas) aziz hatırasını O’nun ismiyle çocuklarını isimlendirerek canlı tutmuşlar, bununla şeref duymuşlardır. İstisnasız bütün Müslüman ülkelerde aynı hassasiyeti görürsünüz. Kimi Müslüman ülkelerde ise bu husustaki hassasiyet daha fazladır. Meselâ Malezya, neredeyse 4-5 kişiden birisinin ismi Muhammed’le başlar. Çocuklara mürekkep isim verilir; ilki Muhammed ikincisi ise muhtelif isimlerden teşekkül eder.
Muhammed Arif, Muhammed Emin, Muhammed Kasım, Muhammed Zulkifli gibi. Ve genelde ikinci isim kullanılır. Herhangi bir yerde 4-5 kişilik bir topluluk görseniz ve Muhammed diye seslenseniz mutlaka biri dönüp size cevap verecektir. Kimliğe bakmadan da kimin isminin Muhammed’le başladığını bilemezsiniz. Her sömestr başı ders okutacağımız sınıfların öğrenci listesi elimize ulaştığında erkek öğrencilerin genelde Muhammed’le başladığını ve bu isme olan aşkı hayranlıkla müşahede etmişimdir hep.
İster dindar olsun ister olmasın Muhammed ismine çok önem verir Müslümanlar. Bizim dünyada Peygamber sevgisinin bir tezahürü olan bu durum İslâm’a kurulan küresel bir komplonun da aracına dönüşmüş durumda. Dünya gündemini sarsan, insan vicdanının kabûl etmeyececeği önemli terör olaylarında “Muhammed” ismi bir fâil olarak hemen öne çıkıyor, çıkarılıyor.
Muhammed Atta ismi 11 Eylül’ün 19 eylemcisinden birisiydi. Görsel ve yazılı medya eylemcilerin lideri olarak en çok onun ismini öne çıkarmış, onun görüntülerini yayınlamıştı. Yapılan resmi açıklamalara göre de Mısırlı Muhammed Atta, ikiz kulelerden kuzeydekine çarpan American Airlines’ın 11 sefer sayılı uçağındaki eylem timinin lideriydi.
7 Temmuz 2005 yılında 52 kişinin öldüğü 700 kişiden fazla insanın yaralandığı Londra’daki intihar saldırısının baş aktörü de Muhammed Sıddık Han isimli Pakistan asıllı bir kişiydi. İngiltere’nin 11 Eylül’ü diye anılan eylemin fâili de Muhammed’di anlayacağınız.
Fransa’nın 11 Eylül’ü yakıştırması yapılan son olay da yine Muhammed Merah isimli Cezayir kökenli bir kişi eliyle gerçekleşti. Musevî çocuklarını Filistin çocuklarının intikamını almak amacıyla katlettiğini söylüyor Fransa. Bu saldırıyla da Muhammed ismi yine dünya gündemini itici, gayrî insanî ve gayrî ahlâkî bir çerçevede işgal etmiş oldu.
Danimarkalı karikatürcünün Efendimizi karalayan çizgilerini hatırlayın. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Efendimizi çizdiği karikatürlerine konu eden ve böylece Müslüman dünyanın tepkisini çeken karikatüriste 2010 yılı basın ödülünü bile vermişti. Kurt Westergaard, Hz. Peygamber’i başında bomba şeklinde bir sarıkla resmetmişti. İslâm’ı terörle, Efendimizi teröristle özdeşleştirerek. Terör eylemlerine bulaşmış kimi Müslümanların isimlerinin Muhammed olması yukarıda da söylediğimiz gibi bu ismin Müslüman dünyada çok kullanılmasıyla ilişkili olabilir.
Ancak büyük çaplı terör eylemlerinin genelde Muhammed isimli kişiler eliyle yapılması, Danimarkalı karikatüristin vermeye çalıştığı mesajla pek de örtüşüyor. Batı’da yaşayan ve ismi Muhammed olan Müslümanların sırf isimlerinden dolayı saldırıya uğramaları da bir tesadüf olmasa gerek. Büyük devletlerin terör üzerinden büyük askerî ve siyasi hamleler yaptıkları bir sır değil. Terör bir yere kadar kurgudur zaten. Burada Terör ve Muhammed ismi niçin ve nasıl bir araya getiriliyor konusu hemen geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Bu bağlamda Küresel medyanın projektörleri ısrarla Muhammed ismine tutması da kesinlikle masum değildir.

(Serdar Demirel, 2012-03-29

İsrail Kranlığında Filistin Aydınlığı

İsrail Askerlerin Sevinci
 

Zalimlerin Rejim Zülmü, Suriye, Mart 2012


Gelen Gideni Aratıyor mu?

Saddam’ın Kimyasal Katliamı – Halepçe – Irak – 1988



Bu da ABD’nin Irak Katliamı

AmerikanNazi Kampları

Afganistan – 2001

Amerika Yapınca Niye Susuyoruz?

Bugün Cuma günüydü. Bekledim acaba bir basın bülteni gelecek mi ya da bir protesto açıklaması yapılacak mı diye ama şu ana kadar ses çıkmadı. Sanırım unutulup gidilecek, nasıl olsa ABD güçlü bir şey yapamayız diye, olayı ya görmezlikten geleceğiz ya da duymazlıktan. Biz yine Suriye ile İsrafil ile Gazze ile yatıp kalkacağız.
Neden mi bahsediyorum?
Afganistan’daki ABD askerlerinin öldürdükleri Taliban mensuplarının cesetlerine uyguladıkları muameleye sanırım birçoğunuz ya duymadı ya da görmedi. Eğer görseydiniz veya duysaydınız sanırım şu an MAZLUMDER-İHH ve diğer sivil toplum örgütleri harekete geçerdi, diye düşünüyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Kesin duymadılar, görmediler sanırım değil mi? Aksi halde tepkimiz sadece İsrail’e ya da Suriye’ye olduğunu düşünmem sanırım yanlış olmaz. Ne yapmış diyeceksiniz. Ne yaptıklarını fotoğraflı ve görüntülü olarak internetten bulabilirsiniz.
ABD’li askerler tarafından öldürülenler Müslüman. Suçları ne olursa olsun bir Bedene bu muamele yapılmaz. Müslüman olmasaydı yapılır mıydı? Hayır. Allah’ın yarattığı hiçbir bedene Yaşayan ya da ölmüş olan bir bedene kesinlikle hangi din ya da ırka ait olursa olsun bu şekilde muamele yapılmaz. Hatta baş düşmanımız olsa bile hatta en yakınımıza zarar vermiş olsa bile bir ölü bedene bu hakaretler yapılır mı?

ABD Askerlerin Öldürdüklerin Taliban Cesetlerin Üzerine İşerken
Ama ABD bunu yaptı ve hep de yapıyor. Irak’ta yaptı. Afganistan’da yapıyor. Ve biz hala ABD güçlü olduğu için susuyoruz. Ne yapalım elimizden bir şey gelmez. Şimdi kalkıp ABD mallarına ambargo mu koyalım? Yok olmaz. Niye? Biz de zarar görürüz. Hem olay Afganistan’da olmuş canım, Türkiye’de olmamış ki bizi ne ilgilendirir. Ya da gidip ABD konsolosluğuna ya da büyükelçiliğine yaptıklarını tasvip etmediğimizi belirten siyah çelenk mi koyalım. Bilmem artık ne yaparsınız ama. Eğer ABD askerlerinin bu yaptığı hakarete ki hakaret kelimesi bile hafif kalır Alçaklığa karşı güçlü bir Mesaj verilmezse bunu hep tekrarlayacaklardır diye düşünüyorum. En azından bunu tasvip etmediğimizi bir insan olarak dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum
 

Dünyayı Korkutan ABD Gücü !
Hiçbir din ölmüş olan bir insana bırakın insanı hayvana işkence yapılmasını ya da hakaret edilmesini hoş görmez. Ama insanlıktan çıkmış bu askerlerin yaptığına karşı bekliyorum acaba Vatikan’dan PAPA. Acaba İstanbul’dan Fener Patriği bir açıklama yapacak mı? Hatta ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığımız hatta İslam Konferansı teşkilatı bu hakaretin insanlığa aykırı olduğunu tüm dinlerde kesinlikle hoş görülmediğini açıklayan bir mesaj yapacaklardır diye bekliyorum. Bu yapılanları sineye çekmeyeceğini düşünüyor hüsnü zannımı devam ettirmeye çalışıyorum.

(Fahri Sarrafoğlu, Mart 2012)

 Kaçırdığı Çocuklarla Ordu Kurdu

Uganda‘da yarından fazlası çocuk 60 bin kişiyi kaçırarak “Tanrı’nın Direniş Ordusu” adında bir ordu kuran Joseph Kony’nin suçları duyanları dehşete düşürüyor. Erkek çocukları asker kızları ise sex kölesi olarak kullanan Kony, kendisine karşı gelenlerin ağızlarını ve burunlarını keserek cezalandırıyor. Uganda ziyaretleri bu vahşeti farkeden Jason Russell’in dünyaya duyurduğu zalimliği anlatan video internette 58 milyon kişi izledi. Kaçırdığı çocuklar ile bir ordu kuran ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin arananlar listesinde ilk sıraya oturan Ugandalı savaş lordu Joseph Kony’ye tepkiler çığ gibi büyüyor.

Joseph Kony
Uganda’da “Tanrı’nın Direniş Ordusu” adıyla erkek çocuklardan oluşan bir ordu kuran Kony’nin suçları saymakla bitmiyor. Yaklaşık 3 bin kişiyi öldürmek veya öldürtmek, yarısından çoğu çocuk 60 bin kişiyi kaçırmakla suçlanan Kony’nin suç listesi tecavüz ve işkence ile uzayıp gidiyor. Adı vahşetle özdeşleşen Kony, kaçırdığı erkek çocukları ordusuna katıp onlardan önce ailelerini öldürmelerini istiyor. Reddeden çocuklardan bazılarını öldürüyor bazılarına da akıl almaz işkenceler yapıyor. Kız çocuklarını ise seks kölesi olarak kullanıyor.Hakkında savaş suçlusu olmak dahil 33 suçlama bulunan Kony, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hazırlanan arananlar listesinin zirvesinde. Uganda ziyaretleri sırasında bir çocuğun yürek dağlayıcı hikayesini dinleyen Amerikalı Jason Russell ve arkadaşları, yaşanan dramı dünyaya anlatmak için harekete geçti. “Görünmez Çocuklar” adlı bir grup kurdular ve Kony’nin insanlık suçlarının anlatıldığı bir videoyu her ortamda yayınlamaya başladılar. Yarım saatlik videoyu sadece internette 58 milyon kişi izledi. Hareket başka ülkelerden de katılımlarla hızla büyüdü.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama da hereketi destekledi. Hatta Obama, yaklaşık 100 komandoyu Uganda’ya gönderdi. Komandolar, Kony’yi “ölü ya da diri” yakalamakta kararlı olan Uganda güvenlik güçlerini eğitti. Dünyaca ünlü sanatçılarında desteklediği “Görünmez Çocuklar” grubu, başlattığı harekete daha fazla destek sağlamak için 20 Nisan günü New York ve Londra’nın aralarında bulunduğu bazı kentlerin sokaklarını poster ve afişlerle donatacak.

(Milat Gazetesi, Mart 2012)

PKK Terör Hayatı, Irak, 2009

Hocalı Katliamı’nda Köpek İşkencesi

Zori Balayan, Ermeni doktor, yazar, gazeteci ve eski siyasetçi. Büyük Ermenistan idealinin asıl idealistlerinden biri olan Zori Balayan’ın Hocalı soykırımına bizzat iştirak ettiğine dair deliller mevcuttur. APA’nın malumatına göre; hala Interpol tarafından tüm dünyada aranan Zori Balayan,1996’da çıkardığı “Ruhumuzun canlanması” adlı kitabında Hocalı soykırımına hak kazandırmış ve bu şehirde Azerbaycanlılara karşı soykırım yapıldığını gururla itiraf etmiştir. Ve kitabının bir bölümünde şöyle yazıyor:
Biz Haçatur’la ele geçirdiğimiz bir eve girdiğimizde, askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğu çok ses çıkarmasın diye Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Daha sonra ben bu 13 yaşındaki Türk çocuğuna, onların atalarının bizim çocuklarımıza yaptıklarını yaptım. Başından, ensesinden ve karnından derisini soydum. Sonra saat tuttum ve Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından hayatını kaybetti. İlk mesleğim doktorluk olduğu için merhametliydim, bu yüzdende çocuğa yaptığım eziyetten dolayı mutluluk duymadım. Ama ruhum halkımın bir kısmının bile öcünü aldığı için gururluydu. Haçatur daha sonra, ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşama kadar aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak kendi vazifemi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi günü biz kiliseye giderek, 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü çirkeften temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı, vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik çirkeften temizlemeyi başardık.

Zori Balayan

Hocalı’da Ermenilerin Azerbaycanlılara karşı hayata geçirdiği soykırımı detaylarıyla kendi kitabında sıralayan Zori Balayan, her Ermeni’nin bu hareketten gurur duyması gerektiğini söylüyor. Şunun da belirtelim ki; Hocalı’da Ermenilerin soykırım gerçekleştirdiklerini, insanlığa karşı cinayet işlediklerini tastikleyen bu fikirler, Zori Balayan’ın 1996’da çıkarmış olduğu “Ruhumuzun canlanması” adlı kitabın 260-262.inci sayfalarında yer almaktadır. Ermeni annenin, Alman babanın kızı Dayana’nın tarihe ışık tutacak “Biz Ermenileri ayakta tutan tek şey Türk düşmanlığıdır. Başarılarımızı da, birliğimizi de buna borçluyuz” sözü kulaklarımı hep çınlatıyor.

 Hocalı Katliamı’nda Azeri Sivillerin Ermeniler Tarafından Katledilmesi – Şubat 1992

Serap İki Kez Yanmıştı

İstanbul Küçükçekmece’de 2009 yılı Kasım ayında bir belediye otobüsüne molotof kokteyli atarak, lise öğrencisi 17 yaşındaki Serap Eser’in yanarak ölmesine neden olan sanıklar da “Taş atan çocuklar” yasasından yararlanacak. Bölücübaşı Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarını protesto amacıyla yürüyüş yapan ve belediye otobüsünü yakan sanıklar, 3 Temmuz gününden bu yana İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ölüme neden olmak suçundan ağır hapis istemi ve ’Silahlı terör örgütü üyesi oldukları’gerekçesiyle 7 ile 15 yıl arasında hapisle yargılanıyorlarTaş atan çocuklar yasası” gereği sanıklardan Ramazan Sebuktekin, Mahsun Dima, Ömer Kaya ve Özgür Bakır’ın dosyaları, olay tarihinde yaşları 18’den küçük oldukları için Çocuk Mahkemesi’ne gönderilecek ve dava sonucu mahkum olsalar da, cezalarının üçte ikisini çektikten sonra tahliye edilecekler. Sanıklara terör örgütü suçlamasından istenen 7-15 yıl arasındaki ceza artırımı da uygulanmayacak. Küçükçekmece’de, 8 Kasım 2009’da, Söğütlüçeşme-Zeytinburnu seferini yapan İETT otobüsüne molotof kokteylli saldırı düzenlenmiş, olayda yüzü, eli ve bacaklarında yanıklar oluşan 17 yaşındaki lise son sınıf öğrencisi Serap Eser, kaldırıldığı Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık ve Kronik Yara Tedavi Merkezi’nde 28 gün sonra hayatını kaybetmişti.
 Olay sırasında elinden yaralanan baba Zübeyr Eser ise, dehşet anını anlatırken, “Kızımı bekliyordum. Otobüs yanaşırken birden ortaya çıkan 5-6 kişi ellerindeki yanan şişeleri otobüse attılar. Otobüste 4-5 kişi vardı. Kızım inmek için kapıya geldiği için ateş onu sardı. Başkası yaralanmadı” demişti. Molotoflu saldırıda yüzü, eli ve bacakları yanan Serap Eser, hastanede 28 gün yaşam mücadelesi vermişti.
 
 (Yeniçağ, 20120)

Sivil Ölümler Yan Zayiat mı?

Tarih: Feb 01 2012
İlk insan toplumlarından bu yana görülen savaşlar, modern çağda temel karakter değişmesine uğramaktadır. Savaşanlar ve kullanılan silahlar, doğrudan yerleşim birimlerini hedef almakta, gelişen savaş teknolojisi ve yeni devreye sokulan silahlar kitlesel sivil öldürmelere yol açmaktadır.
Amerikalı John Tirman‘ın araştırmasına göre 1945 yılından bu yana Amerika’nın yabancı ülkelere düzenlediği operasyonlar sonucunda 6 milyondan fazla sivil öldürüldü. ABD’li kültürel tarihçi Richard Slotkin’e göre, sivil katliamlara ABD’nin bulduğu kavram “sınır tezi”. Buna göre, ABD işgal ettiği topraklarda yol açtığı sivil katliamları vahşilere karşı diyerek haklılaştırıyor. Çünkü tarihinde Avrupa’dan yeni kıtaya göç edenler bu kavramsallaştırma ile vahşi yerlileri temizlemişlerdi. Slotkin, ABD’nin, El Kaide lideri Üsame bin Ladin‘i yargılamadan infaz edip cesedini denize attığı operasyonun kod adını Geronimo (Kızılderililerin efsane lideri) koymasının tesadüfî olmadığını söylüyor.
Bu trajik sivil katliamların neden Amerikan halkında yankı uyandırmadığı da önemli bir konu. Bunun etkenlerinden biri “filmlerde, romanlarda, çizgi filmlerde ve belgesellerde sivillerden bahsedilmemesi. Eğlence endüstrisi bu savaşları beyazperdeye taşırken daima Amerikan hikâyeleri üzerinden anlatıyor. Amerikan halkı ve dünya, işgal edilen ülkelerdeki acılar yerine askerlerinin acılarını görüyor.” 2003 Şubat’ında Amerika, Irak’ı işgal etmeye hazırlanırken günlerce televizyonlarımız, bir görüntüde Florida’dan güzel sarışın eşini ve 2 yaşındaki çocuğunu bırakıp Irak cehennemine tabii ki ‘demokrasi ve özgürlük’ için gidecek ‘masum Amerikan askeri‘nin ailesiyle vedalaşmasını gösterirken, arkasından gelen görüntülerde elinde kılıç sallayan Saddam yer alıyordu. Bu ‘savaş oryantalizmi’ne göre “Ortaçağ’dan modern dünyaya fırlamış vahşi bir Arap“, “özgürlük ve demokrasi havarisi Amerikalı”yı elinde kılıç kafasını vahşice koparmak üzere bekliyordu.
John Tirman bunu asil dünya teorisiyle izah ediyor: Teori şöyle kurgulanmış: İnsanlar dünyanın düzenli, rasyonel ve adil olduğunu düşünerek yaşıyorlar. Bu adil dünya düzeni bir şekilde bozulduğunda savaş çıkar, bu arada siviller öldüğünde, medya bunu kitlelere istisnai olay olarak algılatıyor. Bu durumda sivil ölümlere kızabilir, üzülebiliriz, ama ortada asil bir gaye uğruna ülke işgal edilmiş, eh, bu kadarı olur! Tirman “İşte birçok kişinin Afganistan, Irak, Vietnam gibi ülkelerdeki Amerikan savaşları sırasında ölenleri görmezlikten gelmeleri bu yüzden mümkün olabilmektedir.” Amerikalılar kitlesel sivil ölümlere kılıf da bulmuşlar: “Collateral Damage” yani “Yan Zayiat“! Böylece bu asil gayeyi anlamayıp sivil katliamları protesto edenler üzerine ateş açmak da ‘anlaşılabilir’ olabiliyor. Geçen sene Talokan’da sivillerin ölümünü protesto eden Afganlıların üzerine işgal kuvvetleri ateş açıp 17′sini öldürmüştü.
Amerikan B-1, B-2, B-52 uzun menzilli ağır bombardıman uçakları ve uçak gemilerinden havalanan F-14 ve F-18 uçakları, gemi ve denizaltılardan fırlatılan Tomahawklar ve 2 bin km’lik hedefi vuran füzeler, mağara içlerini vurup depremlere yol açan diğer matkap türü füzeler asker-sivil ayırımı yapmıyor. NATO Deniz Piyadesi’ne ait savaş gemisinden havalanan, pilotsuz joystickle tam 10 bin km’den kontrol edilebilen bir savaş makinesi. Bir dakika içinde hedefi ve yakınındaki sivil yerleşimi yerle bir ediyor. Cenaze törenleri, düğün evleri, yaralı, hasta taşıyan ambulanslar, medreseler, camiler böylelikle havaya uçuruluyor. Silah şirketlerinin geliştirdikleri yeni silahları denemesi de sivil öldürmelerde bir başka sebep.
Dahası Nevada Çölü’nden veya Pentagon’dan düğmeye basıp Afganistan’daki öldürmeleri robot veya insansız hava uçaklarıyla gerçekleştirenler bir tür bilgisayar oyunu oynar gibi sivil öldürüyorlar. Ordu ve CIA içindeki bazı yetkililer, hedef seçimlerinin ne kadar gelişigüzel ve keyfi olduğunu biliyor, zaman zaman da itiraf ediyorlar.

(Ali Bulaç, Ocak 2012)

34 Köylüyü PKK mı Bombalattı?

Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu köyünde, kaçakçılık yapan köylü şahıslara, terörist zannedilerek karakoldan ve F-16 savaş uçaklarından açılan ateş sonucu 35 kişi hayatını kaybetmişti, Aralık 2011.

TEZGAHIN ŞİFRELERİ

34 insanımızın hayatını kaybettiği Uludere olayı ile ilgili Genelkurmay’ın yaptığı açıklamada “28 Aralık 2011 günü saat 18.39′da, Irak sınırları içinde hududumuza doğru bir grubun hareket halinde olduğu İnsansız Hava Aracı görüntüleri ile tespit edilmiştir. Geceleyin hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçakları ile ateş altına alınması gerektiği değerlendirilmiş ve saat 21.37-22.24 arasında hedef ateş altına alınmıştır” denilmişti. Saldırı sonrası PKK ve BDP tarafından Kürt vatandaşların Türk ordusu tarafından katledildiği iddia edilirken, katliamın bizzat PKK tarafından organize edildiğini, masum köylülerin örgüt tarafından adeta yem haline dönüştürüldüğünü ortaya koyan ipuçlarına ulaşıldı.

PROPAGANDA TİMİ ZAMANLAMA HATASI YAPTI, 17.05′TE YAYINA BAŞLADI

Akit’in edindiği bilgiye göre PKK, TSK’ya bilgi sağlayan kanallara, büyük bir misilleme eylemi için bir grup örgüt üyesinin Türkiye’ye katırlarla giriş yapacağını sızdırdı. TSK’nın gelecek grubu süratle imha edeceğinin farkında olan örgüt, propaganda kanallarına ise hazır olunmasını, bildirilecek zamanda başta Facebook olmak üzere sosyal paylaşım sitelerinden ‘Kürtler katlediliyor’ şeklinde yayın yapılmasını istedi. İşte tam bu noktada örgütün propaganda timi büyük bir zamanlama hatası yaparak saldırının gerçekleşmesinden saatler önce, 17.05′te Facebook’ta BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş adına ‘Türk uçakları Kürt köylüleri vurdu’ şeklinde yaygaraya başladı. Saldırının henüz gerçekleşmediğinin öğrenilmesi üzerinde Hollanda’dan servis edilen paylaşım hemen iptal edildi.

HATA YAPILDIĞINI ANLAYINCA TÜM VERİYİ SİLMEK İÇİN HAREKETE GEÇTİLER

Derin provokasyonu deşifre eden olay şöyle gelişti: BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş adına açılmış Facebook adresi incelendiğinde 28 Aralık saat 17.05′te “İnsanın ülkesi yoksa insan insanlığın serserisi olur (TC Ordusu Uludere’de köylüleri vurdu: 20′den fazla ölü var.)” şeklinde bir ileti yayınlandığı görülüyor. Bu ileti sanal ortamda süratle yayılarak www.derindusunce.org isimli internet sitesinde paylaşıldığında ise olanlar oldu. Botan Parmak rumuzlu kullanıcı tarafından beğenilen iletiyle ilgili yorum yapan kullanıcılar 17.05 itibari ile böyle bir olayın olmadığını söyleyerek örgütün propaganda ekibini yalanladı. Bu durum üzerine yaptıkları hatayı fark eden örgüt elemanları iletiyi süratle silme yoluna gitti. Fakat ileti ‘derindusunce’ sitesinin duvarında paylaşıldığı için Facebook’tan silinse de sitenin kendi duvarından ve Google ana platformundan silinemedi. Zamanlama hatasıyla her şeyin ortaya çıkmasından korkan örgüt üyeleri paylaşımdaki beğenilerinin tamamını iptal edip, Facebook adreslerindeki geçmiş veriyi dahi silip platformu terk etti.

“MUHTEMELEN FARKLI TARİHLERE GÖRE TASLAK HAZIRLANDI”

İğrenç tezgahın deşifre olmasını sağlayan tüm ipuçlarının ise www.derindusunce.org isimli sitede halen durduğu görülüyor. Sitede “‘Kaçakçılar’ olay yerine ulaşmadan nasıl öldü?” başlıklı bölümde Selahattin Demirtaş ismiyle paylaşılan yayının altında bulunan yorumlar gerçeği bütün çıplaklığı ile izah ediyor. Paylaşımı yorumlayan ‘çuvaldız’ hanım yorumunda: “Face’deki hesabın daha eski gönderilerine baktığımda daha vahim bir şeyi gördüm. Ekte paylaştım (28 Aralık 2011 saat 17.05). Şimdi Selahattin Demirtaş isimli sayfada bu gönderilerin hiçbiri yok. Her şey değişti. Muhtemelen olay için farklı tarihler ve zamanlara göre taslak hazırlandı. Aksi taktirde ne Notlar kısmına girilenler ne de duvarda paylaşılanların tarihleri değiştirilemez sadece “gönderi/paylaşım” silinebilir!” deniliyor.

“ELİNDE KÜRT KANI VARSA NE OLACAK”

Hilal isimli bir başka kişi ise örgüt yandaşlarının tarihleri tekrar güncelleyerek yayınlamasına kızıp “Neden yalan haber yapıyorsunuz. Bu ne büyük bir ahlaksızlık. Girdım ve Selahatin Demirtaş’ın duvarını taradım Facebook’ta; İnsanın ülkesi yoksa insan insanlığın serserisi olur (Türk uçakları Uludere ‘de Kürt köylüleri vurdu: 20′den fazla ölü var.) Neden saatleri ve günü değiştirdiniz. Açıklama yapın” şeklinde konuşuyor.

MY isimli kullanıcı ise “Demirtaş veya bu isimli Facebook kullanıcısı sayfasını güncelledi ama bu şekilde yırtamaz. Zira Facebook’un LOG dosyalarında ilk hali kayıtlıdır. Bilgisayarda yapılan her şey iz bırakır. Hatta Facebook iş birliği yapmazsa hizmet sunucu firmaların LOG dosyaları da kimin haklı olduğunu gösterecektir. Gerçek ortaya çıksın, icab ederse ben özür dilerim. Ama eğer Demirtaş’ın elinde Kürt kanı varsa ne olacak?” diyor.

LEYLA ZANA’YLA RESİMLERİ ÇIKTI

Zamanlama hatasıyla yayınlanan iletiyi beğenen Botan Parmak ve diğer örgüt üyelerinin olayın araştırılmasından korktukları için Facebook’taki geçmiş iletileri sildiği, sitelerinde 18 saat öncesine kadarki bütün bilgiyi kaldırdıkları belirtildi. Botan’ın sayfasında ise Leyla Zana’yla çekilmiş resimlerin yer aldığı ifade edild

Dünya Ticaret Merkezi Patlaması, 1993

ABD güvenlik birimleri, olayla ilgili olarak yapılan tahkikatlar sonunda, New Jersey’de bir caminin imamlığını yapan, Mısır asıllı kör Şeyh Ömer Abdurrahman ve ona bağlı, ABD’de yerleşik radikal bir grubu olayın sorumluları olarak açıkladılar.
 Yargılama safhasında Şeyh Ömer Abduurahman ve 9 kişi, Dünya Ticaret Merkezi olayıyla direkt ilişkileri tespit edilememekle birlikte, ABD’ye harp ilan etmek (Cihad), Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e suikast düzenlemek, BM binası, Manhattan’daki FBI karargahı ve New York’taki 2 tünel ve New Jersey’i Manhattan’a bağlıyan köprüye bombalı saldırı faaliyeti nedeniyle suçlandılar. Şeyh Ömer Abdurrahman ömür boyu hapse mahküm olurken, diğerleri 25 ila 57 sene arasında değişen hapis cezaları aldılar.


Şeyh Ömer Abdurrahman

Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanmasından sonra ABD’yi terkeden Remzi Yusuf, 1995′de Pakistan’da, İmad İsmail ise Ürdün’de yakalanarak ABD’ye getirildiler. Remzi Yusuf olayın planlayıcısı, İmad İsmail de patlayıcı yüklü arabayı Dünya Ticaret Merkezi’nin altına getirip parkeden kişi olarak, Salameh, Ayyad, Abouhalima, Ajaj isimli 4 diğer kişi ile birlikte 240′ar yıl hapis cezalarına çarptırıldılar.

Tarih Çöplüğünde Nazi Askerler

Cinnet Toplumu

1.5 yıl kaldığı PKK’nın Bekaa kampında gördüğü infazları anlatan Selma Batmaz, cezalandırmak için mahzene kapatılan sempatizanların birbirlerini yiyerek öldüklerini anlatıyor. Böyle bir özgürlük savaşı hikayesi olamaz. Böyle insanlık da olmaz. Ne yazık ki bu örnekler sadece onlar için geçerli değil.
“Elazığ Devlet Hastanesi morgunda bir kadın cesedi olduğunu söyledi. Gittiğimizde bize her tarafı parçalanmış bir ceset gösterdiler. Gözleri oyulmuş, burnu kulakları kesilmiş, saçları bile önden yoktu. Benzetemedik. Annem ayak parmaklarının arasındaki benden tanıdı. Şimdiki eşimle o zaman nişanlıydık, diş hekimiydi, dişlerine baktı, ‘bunlar benim yaptığım protezler’ dedi.”
Bu da Ayten Öztürk’ün hikayesi. Kardeşi örgüte katıldı diye, devletin içindeki bir çete tarafından cezalandırılan bir kızın hikayesi. Böyle bir devlet zihniyeti lamaz.
Ha!Bu arada şike soruşturması bitmeden, rating skandalı patladı. Nereyi tutsanız elinizde kalıyor. Kokuşmuş bir yapı. Vurgun ve soygun yapan çeteler köşe başlarını tutmuş. Bütün bunlar olurken, fiesta, futbol, dizi filmler ve eğlence programları ile toplumun dikkatleri başka yönlere çekilmeye çalışılıyor. Böyle bir düzen kurulmuş gidiyor.
Bu arada Hava kuvvetleri komutanlığı, Hava savunma kontrol dairesi tarafından hazırlanan çizelgede DDK tarafından tesbit edilen bölgedeki hava hareketliliği doğrulandı. Tam da o bölgede tam da o saatlerde 3 tane savaş uçağı var. Ve tam da helikopterin düştüğü an radarlar karartılıyor.
İster misiniz birileri de oturup karargahta, canlı yayında bu işleri izlemiş olsunlar.
Hemen olaydan sonra oraya Akdeniz’den NATO’ya ait Amerikan gemisinden kalkan bir helicopter de iniyor, daha sonra Malatya’dan kalkan iki helicopter daha geliyor olay yerine.
Tepede Awacs var. Bölge radarlarındaki bilgiler nerede? Uydu üzerinden sağlanan görüntü nerede?
Kimi emekli, kimi muvazzaf, herkes her haltı biliyor, ama birileri susuyor işte. Kimden korkuyorlarsa, önce onun üzerine gitmek gerek.
Yahu, operasyona giden savaş uçaklarına, birileri yanlış koordinat bildiriyor. Kimi çıkmış taslaktı diyor, kimi GPS koordinatlarını F 16 verisine dönüştürürken yanlışlık olmuş olabilir diyor, güldürmeyin insanı yahu. Bu işlerden anlayan birine sordum, bu işler el cihazları ile otomatik yapılıyor. F 16’da zaten dönüştürme sistemi var. Bu cihaz ileri gözetleyicilerin el cihazında bile var.
Şimdi asıl sorulması gereken şu, savaş uçakları gidip terör üslerini vurduklarını zannederken bombaları nereye bıraktılar?. Düz ovaya attılarsa neyse de, askerin harekat güzargahındaki geçiş koridorlarını vurmuş olmasınlar sakın.
Bunlar olabiliyorsa, yarın uçağı da düşürür bunlar. Bombaları sivil hedefe de yönlendirebilirler.
Bu tür iddialar yeni değil. Bu olayları ilk defa yaşamıyoruz.
Bunlar gazete manşetlerinde yazılıyor. Oysa şuyuu vukuundan beter hadiseler bunlar.
Böyle bir yapı ile “harbe hazırlık” olmaz. Ordu da siyaset de, bürokrasi de önce kendi içini temizlemeli.
Yalış yapanın “bizden”i, “sizden”i olmaz.
Başbakan bir yandan bu çetelerle uğraşırken, kendi belediyelerine, bürokrasisine de bakması gerekir. Çünki bu yapı, her zaman iktidar içinde ve iktidara yakın birilerini, menfaat temin ederek ya da tehdit ve şantajla yanına alır.
Bu süreçte en temiz kalması gereken yer yargı. Aman ha! Ve tabii Emniyet. Operasyonların şova dönüştürülmesinden kaçınılmalı. Hayali iddia ve isnatlarla, psikolojik harp takdikleri ile operasyon yapılmaz. Ne o öyle, polisiye film aktörleri misiniz siz beyler.
Bu işlerin kan davası ve intikam alınıyormuş havasında olmaması lazım. Kenan Evren mantığı ile, biraz oradan, biraz buradan olmaz.
Yargı işi ciddiye almalı.
Bana kalırsa yargıda yolsuzluk, usulsüzlük yapan, hakim, savcı, avukat, kim varsa yakın takibe alınması gerek. Hâlâ bir sürü şikayet var yargıda. HSYK’nın bu konuda daha duyarlı olması gerek.
Kamu güvenliği müsteşarlığı, kamu personeline, bu oda, baro, vakıf gibi yarı resmi kuruluşlarla ve kamu kaynaklarını, fonlarını kullanan şirketlerle ilgili özel bir istihbarat birimi oluştursa ne iyi eder. Bu cinnet hikayelerinden kurtulmak için sanırım bu şart.
Selâm ve dua ile.

(Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit, 2011-12-17

PKK Ne Yapmak İstiyor?

Sahi PKK ne yapmak istiyor? Tam da Anayasa çalışmalarının başladığı böyle bir zamanda. Eğer beklentileri demokratik çoğulculuk olacaksa, bu parlamento iradesi olacak.
Peki PKK bu yolu tıkayarak, açılımın önünü keserek ne yapmak istiyor olabilir?
PKK’nın kullanmadığı, PKK’yı kullanmayan ülke var mı?
İsrail, ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Ermenistan ve tabii Bulgaristan.
İsveç’te de vardılar, İsviçre’de de. Danimarka’da da vardılar, Norveç’te de.
Hem de uyuşturucu işi, silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, haraç, terör, cinayet, kara para işleri yapıldığını bildikleri halde. Birileri sanki kirli işlerini yaptırmak için iyi bir ortak bulmuştu.
İslam ülkeleri de vardı işin içinde. Mesela Suriye. Suriye üzerinden Filistin’le ilişki kuruyorlardı. Hem İsrail’de, hem de Filistin’de yandaşları vardı. Azerbaycan’da da vardılar, İran’da, Libya’da, hatta Suudi Arabistan’da da.
İran daha sonra PJAK’la savaşsa da, PKK ile dirsek temasını hep başından beri sürdürdü.
Hatta son olarak Türkiye ile istihbarat paylaşımı sonucu ele geçirdikleri Karayılan’ı, PJAK’ın İran’dan çekilmesi şartı ile serbest bıraktıkları iddia edildi. İran PKK’ya bir dönem silah, SAM7 füzeleri ve lojistik destek sağlamış. Bölgede bir hastane üç de kamp kurma izni vermişler. Bölgedeki silah ve hayvan ticaretinden pay alıyorlarmış.
PKK’nın ayrıca birçok dernek, gazete, dergi, internet sitesi, radyo ve Tv’si yanında ticari işletmeleri olduğu da biliniyor.
İran bir dönem desteklediği örgütün, gün geldi kurbanı oldu. Aslında, madem herkes PKK’yı kullanıyor. Peki Türkiye hiç mi kullanmadı. Olur mu? Evren döneminde Kürd’ü Kürd’e kırdırmak istediler. Sonra da PKK üzerinden Türkiye’nin Irak Kürdistanı’nı ele geçirme planları yapıldı. Bir koyup 3 alacaktık.
PKK Türkiye’yi Ortadoğu’ya taşıyacaktı. ABD ile birlikte Ortadoğu petrolüne el koyacak ve Lazkiye koridorunu ele geçirecektik.
Ama PKK’yı elimizden kaçırdık. PKK kontrolden çıktı. Daha doğrusu bizimkiler kontrolü kaybettiler. Tam anlamı ile Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.
Biz kullanamayınca birileri bu örgütü ve gücü kullanmak istedi.
PKK’nın herkesle ilişkisi var. Her tarakta bezi var. PKK herkes, herkes PKK’yı kullanıyor.
Apo’nun Türkiye’ye teslim edilmesi, aslında kontrolsüz olarak büyüyen PKK’yı yeniden düzenlemek ve kontrol dışı unsurları tasfiye etmek isteyen, ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsünün bu konuda başarısız olması ile beklenen faydayı sağlamadı. Burada özellikle Ergenekon ve İsrail faktörü önemli.
Nasıl bir Türk Ergenekonu varsa, bir de Kürt Ergenekonu var. Her iki Ergenekon arasında da sıkı bir bağ var. Bana göre, bu son saldırılar tırnak içinde PKK’nın işi değil. İsrail ve Ergenekonun ortak yapımı.
Birileri PKK üzerinden Türkiye’yi cezalandırmak, Anayasa değişikliğini ve açılım sürecini engellemek, demokratik talepleri devre dışı bırakmak istiyor. Hükümet derin devletle, Türk Ergenekonu ile mücadele ediyor, ama BDP başka vadilerde dolaşıyor sanki!
Bu operasyon kararı, ne Kandil’den veriliyor, ne Diyarbakır’da, ne de Adada. Karar Ankara’dan, İsrail, ABD ve İngiltere’deki dünya derin devletinin merkezinde yer alan Siyonist çete tarafından veriliyor olabilir. Hatta karar vericiler, etnik olarak Kürt de olmayabilir.
Bizim PKK’lı militan olarak gördüklerimiz de Kürt olmayabilir. Bu adamlar sivil, korucu kıyafetli birileri olabileceği gibi, teröristler resmi elbiselerle bu bölgeye gelmiş de olabilirler.
Bana kalırsa bölgede sadece PKK telsizlerini dinlemek yetmez. ABD, İngiliz, İsrail, Irak ve Suriye, hatta İran istihbaratının da izlenmesi gerek. Sakın bu süreçte Irak sınırında uçan insansız hava araçları teröristlere istihbarat sağlıyor olmasın.
Birtakım istihbarat görevlileri, silah, istihbarat, ikmal ve ulaşım kolaylığı sağlıyor olmasınlar. Bu tür işler olmuyor değil. Eşref Bitlis dönemini hatırlayın. Sahi Hitler Polonya’ya niçin saldırmıştı?
Aman, sakın kışkırtmalara katılmayın. Kirli oyunun tuzağına düşmeyin. Cehennemin yollarının iyi niyet taşları ile döşenmiş olabileceğini unutmayalım. Anayasa değişikliği gerçekleşmeli, açılım sürmeli, terörle mücadele de aynı şekilde devam etmeli. Terörün maksadına hizmet edilmemeli.
Bu olay acı olmakla birlikte, sorunun perde gerisindeki gerçeklerin anlaşılması ve sonuç alıcı birtakım çabaların başlatılması açısından itici bir etki yapabilir.
Tepkiler teröre öfke sınırlarını geçip, Türk-Kürt kardeşliğine zarar vermemesi gerekir. Aksi halde terörün gayesine hizmet etmiş oluruz.
Selâm ve dua ile.

(Abdurrahman Dilipak, Ekim 2011

Terörün Nedenleri

Otuz yıldır teröre kan veriyoruz, can veriyoruz, milyarlarca dolar akıtıyoruz kan durmuyor, can vermeye devam ediyoruz. Neden?
Dünyanın en güçlü ordularından birine sahibiz diye övünüyoruz. Beş, on bin çapulcunun karşısında çocuklarımızı yine de kurban veriyoruz. Neden?
Bir milyon silahaltında askerimiz, uçağımız, helikopterimiz, en modern silahlarımız, tankımız, topumuz, insansız uçaklarımız, gece görüşü olan alet ve edevatımız var. Gece karanlığında karakollara saldıran yüzlerce teröristi göremiyor, fark edemiyor, yakalayamıyoruz. Neden?
Dünyanın en güçlü ordularından Çin ordusunda 12.000 bin kişiye bir general, bizde 800 kişiye bir general düşüyor. Onların da çoğu karargâhlarda, beyler Ankara’da oturuyorlar, cephede değil. Neden?
Bu generallerden çoğu da kendiişleriyle değil siyasetle, hükümeti devirmekle, darbe planları üretmekle, devlet içinde fitne inşa etmekle meşguller. Neden?
Kendi mesleğinin dışında başka bir işle uğraşan, terör örgütlerine bulaşan general ve subaylar halen orduda baş üstünde taç olarak tutuluyor. Neden?
Terör örgütün yurt içinde ve yurt dışındaki inlerinin, barınma yerlerinin nerede olduğu bilinmesine rağmen bu zamana kadar bu katillerin kökü neden kazınmadı?
Niye sivrisinek avlamakla uğraşıyoruz da bataklığı kökünden kurutmak için millet ve emniyet güçleri olarak gerekeni yapmıyoruz?
Ortada bir savaş var, acımasız, insafsız top yekûn bir savaş. Neden zamanında gerekli tedbirleri almıyor ve gerekenleri yapmıyoruz?
Savaşın belirli kuralları var ama insaf ve merhameti yok, vicdan ve acıması yok. Sizi vuran insanları siz hoş görü ile karşılarsanız, katilliği meşrulaşır, katillikten, canavarlıktan öte bu işten zevk alır hale gelir, vampirleşir.
Terör örgütünün finansörleri, uluslar arası siyasi ve ekonomik uzantıları arkasında ABD’li, Avrupalı, İsrailli güçler olduğu bilinmesine rağmen bu fitne ocakları yıllardır neden kurutulmuyor? Neden hala ABD’yi dost, Avrupa’yı siyasi kıble, İsrail’i vazgeçilmez totem gibi görüyoruz?
Teröre yardım ve yataklık eden, lojistik ve parasal destek veren örgüt ve devletlerin, kişi ve kuruluşların kirli çamaşırları neden şimdiye kadar delil ve ispatlarıyla ortaya dökülmez? Neden bu Kabil soyluların defteri dürülmez, işi bitirilmez.
Yıllardır ordunun içinde ve dışında Müslüman avcılığı yapan, resmi ve sivil hayatta inancını yaşamak isteyenlerin hayatını burnundan getiren, yeşil sermaye diye dindar iş adamlarını fişleyen TSK’daki, Emniyetteki, İstihbarattaki görevliler, Ortodoks Kemalistler, Siyonizm’in uşakları yıllardır ülkeyi bölmeye çalışan terör örgütünün ele başları hakkında acaba aynı hassasiyeti gösterebildiler mi?
Yıllar boyu irtica senaryoları üreten 28 Şubatçıların, Ergenekoncuların terör örgütüyle dostluk ve göbek bağları olduğunu bilmesine rağmen şu zamana kadar neden görmezlikten gelip sustunuz?
Sokakta piyon olarak kullanılan, taş atan çocukları yakalayıp hapse atarak onların orada devletin ekmeği, suyu ve imkanları ile eğitildiğini, hapisten çıkar çıkmaz da dağa çıkıp PKK’ya katıldığını bilmiyor muydunuz?
Sivrisinek avlamakla bataklık kurutulmaz, askerlerimiz şehit edilmekle askerimiz tükenmez, gücümüz kuvvetimiz bitmez ama, bu elem, bu acı, bu ızdırap, bu kangren olan yara ne olursa olsun artık kapanmak zorunda.
Yoksa, bu savaş içimizdeki hainler, dışımızdaki dost bildiğimiz düşmanlar tarafından bitirilmek istenmediği için mi sürdürülüyor?
Öyle değil ise, bu hain ve düşmanların ihanet ocaklarının üzerine niye gitmiyorsunuz? AB, NATO ve ABD’yi dost zannettiğiniz için mi?
Kahrolsun böyle düşman dostlar, böyle münafık müttefikler.
Ortadoğu ulusları olarak kendi askeri, siyasi, ekonomik, savunma birliğimizi bir an önce kurmamızın önem ve aciliyetini bari şimdi anlıyor musunuz ey düşmanlara kul ve köle olan batıcılı sendromunun sarasına tutulmuş ülkemin ahmakları.
Ey medeniyet ve kültürümün, din ve ahlakımın bahçesinde yeşeren Ortadoğunun güneş yüzlü çocukları.
Uyanın artık ey, yeryüzünün yüzakı Müslümanlar!

(Arif Altunbaş, Haber 7, Ekim 2011

Bellekten Silinemeyen Irak Hatırası

İran-Irak savaşı sırasında, Saddam Hüseyin, 1986-1988 yılları arasında Kürtlere karşı El-Enfal Harekatı adlı bir operasyon gerçekleştirdi. Operasyon ismini Kur’an’daki Enfal Suresi‘nden almaktadır. Bunun üzerine 1988 Mart ayı ortalarında İran ordusu, Peşmergelerle işbirliği yaparak Kürtlerin yaşadığı Halepçe kasabasına girdi ve Halepçe’de isyan başladı. Saddam Hüseyin de Korgeneral Ali Hasan al-Majid al-Tikriti’ye (Kimyasal Ali) zehirli gaz bombalarını kullanma emri verdi. Irak-İran sınırında bulunan Halepçe’de 16 Mart 1988′de eşine az rastlanır bir katliam yapıldı.

Saddam Hüseyin

Zehirli gaz bombalarını taşıyan 8 MiG-23 uçağı Halepçe’yi 3 gün boyunca bombaladı. Saldırıda; Halepçe’de yaşayan Kürtler, İran askerleri ve Peşmergelerle birlikte 5 binden fazla insanın öldüğü, 7 binden fazla insanın da yaralandı. Ancak Irak Savaşı’ndan sonra bölgeye giren yabancılar tarafından bu rakamın daha da büyük olduğu açıklandı. 75 bin civarında nüfusu olan Halepçe’nin büyük bölümü bu saldırıdan sonra boşaldı. Onbinlerce kişi yakınlarının cesedini dahi toprağa veremeden, İran ile Türkiye’ye geçmeye çalıştı. Çok sayıda kişi de yolda ya da yerleştirildikleri kamplarda açlık ve susuzluktan yaşamını yitirdi.
 

Almanlar Ne Kadar Dost?

Almanları yakından tanıyanlar bilirler, onlar bir menfaati olmadığı zaman Bit’ini bile hibe etmezler. Pekii, PKK’ya ve bazı Terör örgütlerine neden yardım ediyorlar dersiniz?
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de Alman vakıfları, Alman Kiliseleri, Yardım kuruşları ülkemizde faaliyet gösteriyorlar. Birçoklarının misyonlarının tarihi kökleri Osmanlıda Jön Türklere, oradan da Enver Paşanın ütopyalarına kadar uzanır.
Bu kuruluşların gerçek amaçları Alman dış politikası doğrultusunda bulundukları ülkelerde legal veya illegal faaliyet göstermektir.
Ermeni ayaklanmasında Alman istihbaratının Rus, Fransız ve İngiliz istihbaratıyla birlikte çalışarak Osmanlıya karşı onlarla birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Osmanlının yıkılışında en az Fransız ve İngilizler kadar Almanların da rolünün olduğunu o zamanki arşivleri incelediğinizde ortaya çıkıyor. Almanların bu konuda ne kadar sinsi, iki yüzlü olduğuna şahit oluyoruz.
Bir tarafta Osmanlı ile birlikte Filistinde, Irakda, Balkanlarda, Çanakkalede İngilizlere karşı bizimle birlikte savaşırlar, öbür tarafta Osmanlının yıkılışını hızlandırmak için düşmanlarımızla birlikte kuyumuzu kazarlar.
Filistin ve Kudüs müdafasında İngilizlerle yapılan savaşlarda Otuzbin Osmanlı askerinin şehit düşmesine şahit olan Alman subayları Kudüs düşer düşmez alel acele el altından Almanya’ya müjdeyi ulaştırırlar.Kudüs’ün düşmesiyle Almanlar Almanya’da sevinçten sokaklara dökülüp bayram ederler.
Akdenizde İngiliz donanmasının önünden kaçarak Osmanlı Donanmasına sığınan Alman Goben ve Braslau savaş gemilerinden dolayı Osmanlı 1. Dünya savaşına girer. Bu savaştan sonra Kıbrıs, 12 Adalar, Balkanlar ve Ortadoğuda birçok vatan toprağı kaybedildiğinde Almanların kılı bile kıpırdamaz.
Cumhuriyet döneminde Türkiye’deki derin devlet yapılanmasının altındaki en güçlü gizli el Alman derin devletinin elidir. Aysberg’in su yüzünde görünen kısmı Türkiye’deki Alman Vakıfları, Yardım ve Kültür Kuruluşlarıdır.
Bu ülkede CİA, Fransız, Mosat, KGB gibi bütün İstihbarat örgütleri zaman zaman sorgulanır. Alman istihbaratları BND, BKA’nın ülkenin her yerinde etkin olduğu bilinmesine rağmen şimdiye kadar nedense gündeme getirilmez? Göz ardı edilmesinin sebebi acaba Türkiye’deki derin devletle olan derin bağlantıları mıdır?
Ergenekoncuların en büyük destekçisi Alman derin devleti ve onun uzantıları olduğu artık deşifre olmuştur. Ergenekonculara karşı Türkiye’yi Deniz Feneri davasıyla vurmak, zora düşürmek için PKK’yı kollayıp gözetmek, para yardımı yapmak y.ne onların marifetidir.
12 Eylül darbesinden sonra Almanya’da PKK’nın örgütlenmesi, para kaynaklarının ve kasalarının Almanyada olması , 500 bin kadar Kürt kökenli vatandaşın Almanya’ya iltica edip PKK ile ilişkisi olanların hemen ilticalarının kabul edilmesi, bu ülkede PKK’nın siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, Basın, Yayın alanlarında örgütlenmesine göz yumulması tesadüfi değil, büyük bir plan ve hesabın bir parçasıdır.
Türkiye’nin güya dost ve müttefiki olan bir Almanya’nın NATO ülkesi olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine Fransa ile birlikte şiddetle karşı çıkmasının gerçek nedenleri hiçbir zaman gündeme getirilmemektedir.
Türkiye’de ki Alman Vakıfları Almanya’daki bağlı bulundukları Siyasi Partilere düzenli olarak gönderdikleri raporlarda Aleviler, Kürtler, Azınlıklar ile ilgili sorunları kaşıdıkları görülmektedir. Alman Politikacılar bu raporlara göre Avrupada Türkiye’ye karşı politikalar üretmektedirler.
Türkiyede faaliyet gösteren Friedrich Ebert Vakfı SPD’nin, Naumann Stieftung FDP’nin, Konrad Adenauer Vakfı CDU’nun, Heinrich Böll Vakfı Yeşiller Partisinin, Rose Lüxenburg Vakfı Aşırı Kominist Die Linke partisinin Türkiye temsilciliği ve İstihbarat ayakları olarak çalışmaktadır.
Körber Vakfı, Alexander von Humbold Vakfı, Hans Seidel Vakfı, Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckart Enstitüsü, FİAN Örgütü yardım ve hibe faaliyetleri kılıfı altında ne halt çevirdikleri doğru dürüst bilinmemektedir.
Bu kuruluşların Türkiye’deki hangi Parti ve örgütlerle, kimlerle çalıştıkları, ne amaca hizmet ettikleri, neler yapmak şstedikleri mutlaka araştırılıp ortaya çıkarılmalıdır.
Bu ve bunlar gibi yabancı vakıfların Terör örgütlerine direkt veya indirekt para aktarması hazmedilecek ve hoş görülecek bir husus değildir.
Almanları yakından tanıyanlar bilirler, onlar bir menfaati olmadığı zaman Bit’ini bile hibe etmezler. Pekii, PKK’ya ve bazı Terör örgütlerine neden yardım ediyorlar dersiniz?
Jön Türklere, İttihad ve Terakkicilere, derin devlete, Ergenekonculara yardım ederek bu ülkede ne yapmak istediler dersiniz?
Türkiye’ye dost batılı hiç bir ülke yoktur. Onların dostluk adına sadece çıkar ve menfaatler söz konusudur. Menfaatlerinin son bulduğu yerde bu Tiyatro da biter. Bir anda sırıtan yüzlerin asabileştiğini, düşmanlıkların da alenileşip ne kadar derin, kapanmaz bir yara olduğunu görürsünüz.

(Arif Altunbaş, Ekim 2011

Shell’in Terör Desteği

Petrol sanayisini denetleyen Platform örgütü ve sivil toplum örgütlerinden oluşan bir koalisyon tarafından yapılan bir araştırma, sektörün dev şirketi Shell’i, Nijerya’daki militan örgütlere yüz binlerce dolar para aktararak bu ülkedeki çatışmaları tetiklemekle suçladı. Raporda, Shell, son 10 yılda Nijer Deltası’nda yaşanan şiddet olaylarının sorumlusu olarak gösterilirken, şirketin silahlı örgütlere rutin olarak ödemeler yaptığı ve yerel şiddetin kontrolden çıkmasına neden olduğu belirtildi.

Shell ve Hell (Cehennem)
Shell’in, örneğin 60 kişinin öldüğü ve bir köyün tamamen yok olduğu olaylarda parmağı olduğu ifade edildi. Shell bünyesinde çalışan yöneticilerin ifadelerini toparlayan Platform raporunda, şirket tarafından kiralanan hükümet güçlerinin yerel halka şiddet uyguladığı, insanların haksız yere öldürüldüğü ve sistematik olarak işkenceden geçtikleri iddiası da var.

BORU HATLARINI SABOTE EDİYORLAR
Shell, geçmişte yaptığı insan hakları çalışmalarını ortaya koyup ve kanıtların tutarlılığını sorgulayarak raporu bulgularına karşı çıktı. Buna rağmen, şirket raporda yer alan tavsiyeleri dikkate alacaklarını açıkladı.
Platform raporu, Shell tarafından Nijer Deltası’ndaki militan gruplara verilen sözler ve yapılan anlaşmalara dair ifadeler ve belgeler sunuyor. Örneğin geçtiğimiz yıla ait kayıtlardan birinde, Shell’in şiddet olaylarıyla yakından ilgili bir militan örgüte 159 bin dolardan fazla para aktardığı öne sürülüyor. Söz konusu militan örgütün üyelerinden Chukwu Azikwe, “Bu parayı mühimmat almak için kullanıyoruz. Ayrıca savaşı sürdürebilmek gereken diğer ne varsa onları temin ediyoruz” dedi.
Örgütün lideri SK Agala ise Shell’den fidye alabilmek için şirketin boru hatlarına zarar verdiklerini anlattı: “Fidye verecekler. Yönetimlerinden birileri gelecek ve buraya parayı nakit olarak dağıtacak.”
Raporda, Agala grubunun rakibi olan militan grupla petrol parası yüzünden mücadeleye girdiği belirtiliyor. Para hangi tarafa aktarılırsa, diğer taraf şiddet olaylarıyla yanıt veriyor. Araştırmacılar ayrıca, Shell’in Rumuekpe köyündeki militanlara her ay binlerce dolar verdiğini ve petrol devinin, altyapısına erişim sağlayan her örgüte para aktardığını öne sürdü. Her gün 100 bin varil petrolün aktığı ve Shell’in günlük üretiminin yüzde 10’unu kapsadığı belirtilen Rumuekpe köyü, Shell’in doğudaki faaliyetleri için büyük önem taşıyor. Platform raporu, şirketin “toplumsal kalkınma” adı altında ve Friday Edu adındaki “irtibat subayı” aracılığıyla bölgeye para aktardığını belirtti.

HERKESE PARA DAĞITIYORLAR
Shell’in Nijerya’daki şirketinin (SPDC) üzerinde Edu’nun elinin güçlenmesiyle, 2005 yılında Edu ve Agala grubu arasında gerginliğin arttığı belirtildi. Çıkan çatışmalarda Agala’nın geri çekilmek zorunda kaldığı ancak misillemeleri nedeniyle çok sayıda insanın hayatını kaybettiği ifade edildi.

Platfrom raporu, Shell’in parasıyla doğan şiddetin en sonunda bölgede istikrarsızlığa neden olduğuna dikkat çekti. Evlerini terk eden insanlar bölgenin başkenti Port Harcourt’da öldürüldü. Birçoğu ise evlerinde, okullarda, işyerlerinde katledildi. Rumuekpe’de yaşanan şiddetten para koparmaya çalışan çeteler ise giderek arttı.
Shell’in, 2006 yılında Trans-Nijer boru hattının bakımı için militanlarla anlaşma yaptığı da raporda geçen bilgiler arasında. Buna göre, ilk olarak Edu’ya para veren Shell, Agala’nın ağır misillemeleri sonucu Agala’ya ödeme yapmaya başladı. Platform, Shell’in militan örgüt olduğunu bilmesine rağmen altyapısına erişim sağlayan herkese ödeme yaptığını ifade etti.

PEKİ SHELL KİM?

Dünya petrol devi, 1833 yılında Marcus Samuel adı bir Yahudi‘nin Hollanda’da doğa tutkunlarına deniz kabuğu satmak üzere kurduğu bir şirketken, Shell, 1890′lı yıllar Sumatra adasında petrol arayan yine bir Yahudi şirketi olan Royal Dutch Şirketiyle kurduğu ortaklık sonrasında Royal Dutch Shell adını alır ve Standart Oil’in Çin pazarından söküp atılmasıyla da dev bir yapıya dönüştü.
 

Marcus Samuel
Batmak üzere için bulduğu bir petrol kuyusu ile Rocekfeller’in Standart Oil’i dize getiren Shell, İngilizleri dünya petrol imparatorluğunun başına oturur. Artık Rothschild grubu üyesi olan şirket BP’den sonra dünyanın en büyük petrol şirketidir. Dünya elmas ticaretinin yüzde 90′ı, altın ticaretinin yüzde 40′ı, kömür-bakır-uranyum-aluminyum ticaretinin de yüzde 15′i Rothschild tarafından yapılmaktadır. Shell firmasının Nijer Deltası’nda suni olarak oluşturduğu olaylarla doksanlı yıllarda 1 milyondan fazla kişinin ölümüne neden olan Hutu ile Tutsi kabileleri arasındaki iç savaşı bu grubun elmas ticareti yapan Debeers Firması’nın çıkardığı ve finanse ettiği olayları hatırlatıyor. (2010)

Shell’den Kan Parası
Nijerya’da çevre aktivisti ozan Ken Saro-Wiwa’nın asılmasında rolü olduğu saptanan İngiliz-Hollanda petrol tekeli, davacılarla uzlaşarak 24 milyon TL tazminat ödemeyi kabul etti. Ancak Shell, Nijerya’daki darbeci askeri rejime verdiği destek, yaşadıkları çevreyi korumak için eylem yapan Nijeryalı köylüleri öldürmek için kiraladığı paralı askerlere ateş etme emri vermesinden dolayı yargılanmadı ve hesap vermedi.

Ken Saro-Wiwa

Batı Afrika ülkelerinden Nijerya’da 1995’te çevreci şair, yazar ve insan hakları savunucusu Ken Saro-Wiwa’nın o dönemde iktidarda olan askeri yönetim tarafından asılmasının arkasında yer aldığı için aleyhinde dava açılan petrol tekeli Shell, davacılarla uzlaşarak 15.5 milyon dolar (24 milyon TL) tazminat ödemeyi kabul etti. 13 yıldan beri süren davanın önceki gün New York’ta yapılan oturumunda Nijerya’da eski askeri rejimin kurbanlarından oluşan davacıların Amerikalı avukatları, müvekkillerinin Shell şirketiyle anlaşmaya vardıklarını belirterek, petrol tekelinin 15.5 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul ettiğini açıkladı. Ken Saro-Wiwa’nın oğlu Ken Saro-Wiwa Jr. asılan babasının ruhunu kastederek, “Sanıyorum şimdi mutludur” dedi. Şair Ken Saro-Wiwa ve 7 arkadaşı 1995’te Shell’in Ogoni bölgesinde petrol boru hattı inşa etmesine, çevreye zarar verildiği gerekçesiyle karşı çıkmış, ancak Devlet Başkanı Sani Abacha’nın askeri yönetimi Ken Saro-Wiwa’yı uydurma bir mahkemenin ardından asmıştı.

Sani Abacha

Ogoni Halkının Yaşamını Sürdürmesi Hareketi (MOSOP) adlı çok popüler halk hareketinin kurucusu Saro-Wiwa, Shell’in Nijerya’nın güneyindeki faaliyetlerini durdurmayı başarmıştı. Nijeryalı yazar ve eylemci, petrol tekelini çevreyi kirletmek ve gelirlerini yerli halkla paylaşmadan Nijer Deltası’nda askeri rejimin varlığını teşvik etmekle suçladı. Dava dosyasında Shell’e yönelik suçlamalar arasında şirketin Nijerya polisine silah dağıttığı, direnişçi köylülere ateş açılması için parayla hükümetten asker kiraladığı gibi iddialar yer aldı. Davacıların avukatlarından Paul Hoffmann, 15.5 milyon doların 5 milyonunun Ogoni halkı yararına kurulmuş bir vakfa gideceğini, geri kalanının şairin ailesi ile avukat giderleri arasında bölüştürüleceğini söyledi.

Suriyeli Karikatüriste İşkence

Suriye’nin en tanınmış siyasi karikatüristi Ali Ferzat’ı kaçıran bir grup maskeli saldırgan ünlü karikatüristin ellerini kırdı. Ferzat, perşembe sabahı saat 04’te Şam’da bir caddede silahlı ve maskeli bazı adamlar tarafından sürüklenerek 4×4 bir araca bindirildi. Araç havaalanına giden yolda ilerlerken, içerde Ferzat’ı dövdüler ve, ‘Ellerini kıracağız ki, bir daha çizemeyesin’ dediler. Ve her iki elindeki kemiklerini kırdılar. Sakalını yaktılar ve başına bir torba geçirip yol kenarına atarken de ‘Bu sadece bir uyarıydı. Çizmeye devam edersen ellerini keseriz’ dediler. Ferzat hastanede yatarken, Associated Press (AP) haber ajansına konuşan yakınları saldırganların kimliklerini bilmediklerini ama bu adamların iktidar tarafından yönlendirildiğinden şüphelendiklerini söylediler. Nedeni ise Ferzat’ın Esad rejimini ve rejim karşıtı gösterileri bastırma politikalarını açık bir şekilde eleştirmesi.


Esad’ı Çizmek Yasak

Bu hafta internette yayınladığı bir karikatürde Suriye devlet başkanını elinde bavulu ve yanında da Kaddafi ile birlikte yol kenarında oto stop yaparken çizmiş. Suriye yasalarına göre devlet başkanının karikatürünü yapmak yasak. Ama buna rağmen Ferzat daha önce de Esad’ın karikatürünü yapmış ve anlaşılan o ki, son karikatür bardağı taşıran son damla olmuş.
 

Beşar Esad ve Devrik Lider Kaddafi
Ferzat bu ayın başlarında AP’ye, “Bu hayatta bastırılamayacak iki şey var. Allah’ın iradesi ve halkın iradesi’ demişti. Resmi makamlar ise sanatçıya “maskeli” kişilerin saldırdığını ve olayla ilgili olarak soruşturma açıldığını duyurmakla yetind